18 Ocak 2011 Salı

Bir Efsane: Temple Grandin

Temple Grandin uzun zamandır bizim de çiftlik yönetim sistemlerimizde kendisinden, konferans ve kitaplarından son derece faydalandığımız, otizmi mesleği ile ilgili bir avantaja dönüştüren ve gerçekten hayvancılığa çok fazla katkısı olan olağanüstü bir kişilik.

Kolorado Eyalet Üniversitesi'nde hayvan bilimi profesörü ve aynı zamanda çiftlik ve mezbaha sistemleri tasarıımcısı. Tasarımları ABD, Kanada, Avrupa, Meksika, Avustralya, Yeni Zellanda gibi bir çok ülkede kullanılıyor. Kuzey Amerika'nın yarısı onun besi sığırları için tasarladığı ve "center track restrainer system" adını verdiği sistemi kullanıyor. Sığırlar için tasarladığı kıvrımlı kanal sistemleri dünya çapında kullanılıyor ve çiftlik hayvanlarının davranışları ve bu hayvanların kaçış alanı (flight zone) prensipleri ile ilgili yazıları da, çiftlik hayvanları üzerindeki stresi azaltmaya çalışan bir çok insana yardımcı oluyor. 

Sığırların çiftlik içinde bir yerden bir yere topluca götürülmelerine bir çok defa tanık oldum. Genellikle panik içinde yüksek sesle bağırıp koşuştururlar, önde gidenlerden biri bir şeyden ürküp geri dönmek ister ama arkasından panik içinde takip edenler ona çarparlar... sağa sola gitmek ister ama diğerlerinin arasında sıkışırlar. Genellikle arkalarından sopayla dürten, demirlere vuran bağırıp çağıran adamlar vardır. Bu görüntü hep beni rahatsız etmiştir. Temple Grandin'in dediği gibi, onları kesip yememizde bir sorun yok, ama bu tip davranış şeklinden daha iyisini, en azından kendilerine biraz saygı gösterilmesini hak ediyorlar. 

Bunun için Temple Grandin'in bir çok önerisi var. Onları korkutan, paniklemelerine sebep olan etkenleri sıfıra indirmemiz gerekiyor. Mesela yüksek sesle bağıran insanlar ve vantilatör gibi makinelerin yüksek sesleri onları çok rahatsız eder. Unutmamalıyız ki onların kulakları bizimkinden çok daha hassas, bizim duyabileceğimizden çok daha düşük frekanstaki sesleri algılayabiliyor. Etraftaki insanlar mutlaka sakin ve sessiz olmalılar. 

Sığırların geçtikleri dar koridorların üzerinde mümkün olduğu kadar gölgeler, su birikintileri, sarkan zincirler veya kenara asılmış bezler vs. olmamalı. Bunun için en uygunu duvarların çit şeklinde değil de düz metal levhalardan yapılması. Yürüdükleri zemin ayaklarının kaymamasını sağlayacak şekilde olmalı.



Hayvanların geçtiği bu dar koridorlar mümkünse dairesel kıvrımlı olacak şekilde yapılmalı. Bu dairesel yapı sayesinde geldikleri yöne geri döndüklerini düşünüyorlar ve dairesel hareket etme içgüdüleri de tatmin olmuş oluyor, ilerlemekten korkmuyorlar. 



İlerlemelerini sağlamak için bir kişinin koridorun yanında durup yavaşça hayvanların gidiş yönünün tersine hareket etmesi yeterli olacaktır. Temple Grandin'in "denge noktası" dediği hayvanın omuz hizasından, kuyruk tarafına doğru geçince o hayvan öne ilerler, kişi o naktadan önde durursa hayvan durur. Tek bir hayvanı ilerletmenin yolu da denge noktasını geçip orada durmaktır, böylece sadece o hayvan ilerler arkasındaki hayvan olduğu yerde durur. 



Ana hatlarıyla anlatmaya çalıştığım bu konu aslında çok geniş. Bu bilgiler sizin de ilginizi çekiyorsa ve daha fazlasını öğrenmek istiyorsanız benimle e-posta yoluyla ya da Vetident 'deki telefon numaralarından irtibata geçin. Ayrıca çok kişiden istek gelirse bu konuda yazmaya devam edeceğim.

11 yorum:

  1. Cok ilginc bir konu. Mutlaka zaman buldukca yazmaya devam etmelisin. Eger Tercume gerekirse banada bildir lutfen. Yardimci olmaya calisirim.

    YanıtlaSil
  2. Çok teşekkür ederim Volkan, benim için de yazması çok eğlenceli bir konu, sanırım bu yazının devamı gelecek. Tercüme konusunda bugüne kadar hep tek başımaydım, yardım harika olur doğrusu...

    YanıtlaSil
  3. Bu savunmasız zavallı hayvanları aldatarak ahlaksızca vahşetin kucağına bırakan bir kandırma düzeneği. Hiç etik değil, özellikle de onları "kesip yememizde bir sorun yok"- bu çok talihsiz bir cümle gerçekten. Sadece yazıklar olsun diyebiliyorum. O hayvanların korkunç bir ölüme giderek sizin tabaklarınızda biftek olmaya rızaları yok ki. ne hakla böyle bir haksızlığı yaparak onları yemeyi kendinize hak sayarsınız ?- üstelik hiç gereği de yok, çünkü hayatta kalma amacıyla öldürüp yemiyorsunuz yalnızca tadı hoşunuza gidiyor diye. Bu arada protein, demir gibi ihtiyacı ya da Allah bıraktı gibi bahaneler de çok demode. Tabiatta binlerce hububat, nebat ve tahıldan bunların fazlasıyla karşılanabildiği de ispatlandı. Kan dökmenin, yaşamak isteyen bir canlının yaşam hakkını elinden almanın haklı bir gerekçesi yok. Ayrıca sayfanızda hayvanlardan cansız, acıya duyarsız makineler-nesneler gibi sözetmenizi çok yadırgadım. Yaklaşımınızın adı; "Türcülük" onlar üzerinde besi çiftliklerinin, mezbahaların, üreticilerin ve son kullanıcınızın böyle bir tahakküm uygulama yetkisinin olup olmadığını lütfen bir kez daha gözden geçirin, evet vardır diyorsanız da köleleştirmeye doğrudan destek verdiğiniz de onamış oluyorsunuz. Bugün fabrika çiftliklerindeki hayvanların sefaletini ve mezbahalardaki zulümü çoğumuz biliyoruz. EARTHLINGS belgeselini size şiddetle tavsiye ederim. Ayrıca bu sayfadaki yazı ve videoları da: http://zulmugoruntule.wordpress.com/

    YanıtlaSil
  4. Sayın Lagün Akıncı,
    Öncelikle farklı düşüncelere sahip olmamıza rağmen, düşüncelerinizi özgürce ve düzeyli biçimde paylaşmış olmanızı takdir ediyorum. Malesef bu meziyet günümüzde herkeste yok.

    Gelelim cevap kısmına: "kesip yememizde bir sorun yok" cümlesi bana ait değil, yazımda da belirttiğim gibi Temple Grandin'in cümlesidir. Kendisinin hayatını, web sitesini incelerseniz tüm dünyada hayvan refahına neler kattığını görebilirsiniz. Aynı isimli filmi seyrederseniz de bunu yaparken ne kadar zorluklar yaşadığını görebilirsiniz. Youtube'ta yine isim ve soyismiyle arama yaptığınızda karşınıza çıkacak tüm videolarını seyretmenizi şiddetle öneririm.

    Hayvansal gıda tüketimine karşı olmanıza da saygı duyuyorum ama birileri bu ürünleri tüketecekse -ki mutlaka tüketecekler- Temple Grandin bunun nasıl en doğru şekilde yapılacağını tüm dünyaya anlatmayı başarmış bir insandır.

    Benim kişisel yaklaşımlarımı da açıklamam gerekirse, evet tabiatta bir çok bitkisel kaynaktan da protein ve diğer gerekli maddeleri alarak yaşantımızı sürdürebiliriz. Yalnız hekim olarak düşüncem, sağlıklı yaşam için gereken esansiyel aminoasitleri ve B grubu vitainleri küçük bir öğünde yeterli miktarda ancak hayvansal kaynakları da tüketerek karşılayabiliriz. Özellikle çocuklarda, büyüme ve gelişme döneminde günde en az 50 gram hayvansal ürün tüketiminin gerekli olduğunu düşünüyorum. Küçük bir çocuğun bu ihtiyacını bitkisel kaynaktan karşılayabilmesi için kapasitesinden fazla hacimde bitkisel gıda tüketmesi gerektiğini düşünüyorum. Vegan beslenme yetişkinler için bir seçenek olabilir ama bu seçimi her birey kendi karar vererek yaşamalı diye düşünüyorum.

    Benim düşüncelerimi geçip bilimsel olarak bakarsak insan sindirim sistemi bir otoburunkinden daha çok bir etoburunkine yakın. Otçul hayvanların sindirim sistemleri vücut büyüklüklerine oranla, insanınkinden çok daha uzundur ve selülozu sindirecek yapıdadır.

    Dünyada bir çok insan hatta bilim adamı bu tartışma konularında bir yere varamadı henüz. Dolayısıyla bu konu uzar gider. Ben vahşeti, acı çeken hayvan tablosunu kesinlikle savunmuyorum. Başta söylediğim gibi, Temple Grandin'i dinlerseniz, onun düşüncelerine sonuna kadar katılıyorum. Ben de bir av hayvanı olsaydım, Afrika otlaklarında aslanlar tarafından göğsüm parçalanarak öldürülmek yerine, modern bir mezbahada nereye gittiğim belli olmadan ve korkutulmadan, kan kokusu almadan önce bayıltılarak öldürülmeyi tercih ederdim(bu cümle de yine Temple Grandin'in anlattıklarından)

    YanıtlaSil
  5. " Buzul çağına kadar vejeteryan bir şekilde beslenen insanoğlu,tartışmasız
    otoburlara daha yakındır.Son buzul çağında yaşamlarını sürdürmek için,asıl
    besinleri olan sebze ,meyve kuruyemişleri bulamadıklarından dolayı,et yemek
    zorunda kalan insanoğlu,etle beslenmeye buzul çağı bittikten sonra da hatalı bir
    şekilde devam etmiştir."



    "Etobur hayvanların diğer hayvanlar aleminden ayrılan belirgin özellikleri
    vardır.Birincisi vücut boylarının aşağı yukarı 3 katı uzunluğunda olan çok kısa
    ve basit bir sindirim sistemine sahiptirler.Bunun nedeni,etin vücutta uzun süre
    kalmasıyla,çabucak çürümesi ve sonuçta zehirli maddelerin kan dolaşımına geçme
    tehlikesine engel olmak için eti biran önce vücuttan atmaktır.İnsanın sindirim
    sistemi ise beden boyunun on iki katıdır."


    Hayvanlar öldürüleceklerini anladıkları anda negatif kimyasal maddeler
    salgılarlar.Özellikle mezbahada kesilenler ,çok ciddi bir gerilim yaşamakta
    ,ölüm korkusuna bağlı olarak hemen çeşitli enzimler nöropeptitler dolaşıma
    katılmaktadır.Hayvan öldüğü zaman bu maddeler sisteme geçmekte ve insan
    tarafından yendiğinde de bedene girmektedir."

    Kaynak:(Dr.Ender SARAÇ,Ayurveda ,Milliyet Yayınları

    YanıtlaSil
  6. İNSANOĞLU İÇİN ET YEMEK DOĞAL DEĞİL MİDİR?
    Hayır! Bilim adamları her canlının yiyeceğinin onun fizyolojik yapısına göre farklılık gösterdiğini bulmuştur. İnsanın fiziksel yapısı, bedensel işlevleri ve sindirim sistemi etoburlarınkinden tümüyle farklıdır. Beslenmeleri açısından omurgalı hayvanları üç grupta toplayabiliriz. Şimdi bu grupları inceleyerek insanın nerede yer aldığını görmeye çalışalım.
    ET İLE BESLENENLER
    Et ile beslenen hayvanları -aslan, köpek, kurt, kedi vb.- hayvanlar aleminin diğer üyelerinden ayıran belirgin özellikleri vardır. Hepsinde de aşağı yukarı vücut boylarının 3 katı uzunluğunda olan çok kısa ve basit bir sindirim sistemi bulunur. Bunun nedeni etin vücutta uzun süre kalmasıyla çabucak çürümesi ve sonuçta oluşan zehirli maddelerin kan dolaşımına geçmesi tehlikesidir. Böylece, et ile beslenen hayvanların kokuşan etin ürünü olan çürümüş bakterileri vücut dışına çabucak atabilmesi ancak kısa bir sindirim sistemi sayesinde mümkün olabilir. Bu hayvanların midelerinde kemik ve kasların sindirilebilmesi için otoburlarınkinden 10 kat daha fazla ve yoğun Hidroklorik asit bulunur. Gecenin serinliğinde avlanıp, gündüz saatlerini uyuyarak geçiren etoburların vücutlarını serin tutmak için ter bezlerine gereksinimleri yoktur. Bu nedenle derileri ile değil dilleri ile ter dökerler. Buna karşılık inek, at, zebra, geyik vb. gibi et yemeyen hayvanlar, zamanlarının çoğunu güneşte yiyecek toplamakla geçirir, vücutlarını serin tutmak için de derileri aracılığıyla rahatlıkla ter döker. Etoburlarla diğer hayvanlar arasındaki başka bir belirgin fark diş yapılarındadır. Bütün etobur hayvanların; pençeyle birlikte, eti koparmak için güçlü çeneleri ve sivri ön dişleri vardır. Et yemeyen hayvanlarda bulunan ve yiyecekleri öğütmede kullanılan azı dişler etobur hayvanlarda yoktur. Tahıl ürünlerinin aksine etin ön sindirim için çiğnenmesi gerekmez. Et, büyük oranda midede ve kalın bağırsaklarda sindirilir. Örneğin, kedi çiğneme işlemini hemen hemen hiç yapmaz.
    OT VE YAPRAK YİYENLER
    Ot ve yaprak yiyen hayvanlar -fil, inek, koyun, lama vb.- otlar, bitkiler ve başka sebzelerle beslenir. Bu çeşit besinlerin sindirimi tükürükteki pityalin maddesi ile birlikte ağızda başlar. Bu besinlerin sindirilmesi için iyice çiğnenip pityalinle karıştırılması gerekir. Bu nedenle ot ve yaprak yiyen canlıların 24 özel 'öğütücü' dişi vardır. Besinlerini öğütmek için, çenelerini et yiyen canlıların yukarı aşağı hareketlerinin aksine sağdan sola doğru hareket ettirirler. Kesici dişleri olmayan bu ot ve yaprakla beslenen canlılar suyu emerek içerken etle beslenen canlılar ise dillerini bir kaşık gibi kullanarak su içmektedir. Et yiyenler gibi çürüyücü besinler almadıklarından ve besinlerin sindirilmesi için görece uzun zaman gerektiğinden daha uzun barsak sistemine sahiptirler, barsakları beden boylarının 10 katıdır. Et yemenin bu ot ve yaprakla beslenen canlılara aşırı derecede zararlı olduğu son araştırmalarla kanıtlanmıştır. New York Maiomonedes Tıp Merkezinden Dr. William Collins etoburların "kolesterol ve doymuş yağları vücutlarında tutabilecek hemen hemen sınırsız bir kapasiteye sahip olduğunu" saptamıştır. Fakat gıdasına iki ay süreyle hayvansal yağ karıştırılan bir deney tavşanında yapılan otopside bu canlının dolaşım sisteminde, yağlanmanın ve damar sertliğinin oluşmaya başladığı görülmüştür. İnsanın sindirim sistemi de aynı tavşan ve öteki ot ile beslenen hayvanlardaki gibi eti sindirmek üzere düzenlenmemiştir. Bu nedenle et yenilmesi pek çok hastalığa yol açabilir.

    YanıtlaSil
  7. MEYVE İLE BESLENENLER
    Bu grup hayvanlar genellikle insanlara oldukça benzer yönleri bulunan antropoid maymunları içermektedir. Bu maymunların beslenmeleri çoğunlukla meyveler ve kuruyemişler üzerine kurulmuştur. Derilerinde terlemek için milyonlarca gözenek vardır ve besinlerini çiğneyip öğütmek için parçalayıcı dişlere sahiptirler; tükrükleri alkaliktir ve aynı ot ve yaprak yiyenler gibi ön sindirim için pityalin içerir. Barsakları meyve ve sebzelerin yavaş sindirilmesi için bedenlerinin oniki katı uzunluğundadır.
    İNSANLAR
    İnsan karakteristikleri de aşağıdaki tabloda açıkça gösterildiği gibi meyve ile beslenenlere çok benzemekte, ot ile beslenenleri andırmakta ve et ile beslenenlere ise hiç benzememektedir. İnsanın sindirim sistemi, diş ve tırnak yapıları ve beden fonksiyonları et ile beslenen canlılardan tamamen farklıdır. İnsanın sindirim sistemi antropoid maymunlarda olduğu gibi beden boyunun 12 katıdır. Suyu öteki vejetaryen canlılar gibi emerek içerler. Diş ve tırnak yapıları da vejetaryen hayvanlarınki gibidir. Tükrük yapısı ise alkaliktir ve tohumların ön sindirimi için pityalin içerir. İnsanın anatomik yapısı ve sindirim sistemi milyonlarca yıl boyunca meyveler, kuru yemişler tohumlar ve sebzelerle beslenerek evrimleştiğini göstermektedir. Bundan başka, doğal eğilimlerimiz ve içgüdülerimiz de etobur özellik taşımaz. Birçok kişinin et elde etmek üzere kendileri için hayvan öldürecek başka insanlara ihtiyacı vardır. Eğer herkes ihtiyaç duyduğu eti karşılamak için öldürme işlemini kendisi yapmak zorunda kalsaydı bir çok kişi bundan rahatsız olurdu. Diğer et yiyen hayvanlarda olduğu gibi eti çiğ olarak yemek yerine insanlar, haşlayarak, fırınlayarak veya kızartarak ve kan kokusunu çeşitli soslar ve baharatlarla giderip onu çiğ durumundan uzaklaştırarak yemek zorundadır. Bir bilim adamı bu durumu şöyle açıklamıştı: "Aç bir kedi bir parça çiğ et kokusu aldığında büyük bir arzu duyarken, meyve kokusuna karşı hiç bir tepki göstermez. Eğer insanlar bir kuşun üzerine atılarak avlayıp halâ canlı olan organlarını dişleriyle parçalayıp ılık kanını emebilirse doğanın kendilerini et-yeme içgüdüsü ile donattığını söylemek mümkündür. Öte yandan bir salkım üzüm insanların ağzını sulandıracaktır. Birçok insan aç olmadığı halde bile meyve yiyebilir." Büyük evrimci Charles Darwin dahil birçok bilim adamı ve doğa bilimci ilk insanların meyve ve sebze ile beslendiğini ve tarih boyunca da anatomilerinin fazla değişmediğini kabul etmiştir. İsveçli bilim adamı Von Linne şöyle der: "İnsanların dış bedensel ve iç fizyolojik yapıları diğer hayvanlarla kıyaslandığında onların doğal besinlerinin meyveler ve sebzeler olduğu açıkça görülür." Fizyoloji, anatomi ve içgüdüleri bakımından insanların meyve, sebze, kuruyemiş ve tohumlarla beslenmeye uygun olduğu bilimsel çalışmalarla açıklanmış durumdadır.
    Kaynak: Vejetaryen Beslenme .

    YanıtlaSil
  8. Özellikle şempanzeler başta olmak üzere avlanıp et yiyen babun, langur denilen asya maymunları gibi bir çok maymun türü de vardır. Gayet iyi avlanıp sindirimini de rahatça yapabilirler.

    Bütün cevabımın içinden sadece "Otçul hayvanların sindirim sistemleri vücut büyüklüklerine oranla, insanınkinden çok daha uzundur ve selülozu sindirecek yapıdadır." cümleme cevap olduğunu düşündüğünüz yazıları buraya eklemişsiniz. Ama av hayvanı olarak bilinen otçul hayvanların sindirim kanalıyla insanları karşılaştırırsanız bu cümlenin doğru olduğunu görebilirsiniz.

    Ender Saraç'ın fikirlerine katılmıyorum, pişen et kokusu büyük küçük bir çok insanı imrendirir, çiğ olarak çekici gelmemesi bir şeyi ispatlamıyor bana göre, zira kurubaklagilleri de yemek için işlemden geçirmemiz gerekir. Ama bu kurubaklagil yemeye uygun değiliz anlamına gelmiyor. Ateşin bulunmasından önce insanlar eti çiğ tüketiyordu.

    Önceden de bahsettiğim gibi özellikle büyüme ve geşime çağındaki çocukların çok ihtiyaç duydukları, onlara son derece faydalı olan hayvansal ürünleri onlardan esirgemek bana göre esas acımasızlık. Yoğurtun, yumurtanın, kırmızı etin yerini soya ancak fiziksel olarak doldurabilir. Nitelik olarak aynı hacimde ne yedirirseniz yedirin çocuklar aslında aç kalır. Fiziksel tokluk önce gelir ve çocuk ihtiyaçlarını alamadan yemeyi bırakır.

    İnsanlığın ataları olan homo erectusun et yediğini anlatan bilim adamları var yani yarım milyon yıldan fazla zamandır et yiyen bir türe yanlışlıkla et yiyor aslında zararlı bu besin demek ne kadar doğru olur bilemiyorum... Sizin dediğiniz gibi hem üzümün hem etin tadını sevdiğimiz çok açık. Doğada hiç bir şeyin "yanlışlıkla" olduğunu düşünmüyorum her olayın bir sebebi var. Zaten yanlış olan alışkanlıklar doğal seleksiyona ve evrime ayak uyduramıyor. Bu sistemde en ufak bir hata bulmak mümkün değil bana göre.

    Dediğim gibi bu konu uzar gider. Ben sizin tercihinize saygı duyuyorum, ancak birileri en az yarım milyon yıldır hatta belki daha da uzun zamandır yapıldığı gibi mutlaka et yemeye devam edecek.

    YanıtlaSil
  9. [Temelde, bir ineğin sütü, doğa tarafından yavru inekler için dizayn edilmiş bir özdür, insanlar için değil. Başka türlerin yavruları için amaçlanmış sütü içen tek türüz, sütten kesme döneminden sonra bile süt içmekte direnen tek tür insan. Yazık!]
    (Çocukların yoğurda, süte, yumurtaya, ete ihtiyacı olduğunu söylüyorsunuz evet süte ihtiyaçları var tabii ama kendi annelerinin sütüne. Ayrıca yumurta tavuğa yüklenen aşırı hormonlar nedeniyle 8-9 yaşında kızların vücutlarında kıllanma yapar, et ürünlerini erkek çocuklarında meme büyümesine sebep olur ( Zavallı hayvanlara et kompleksinde bir objeden hiç bir farkı olmadan suni steroid büyüme promotanları ile müdahale ediliyor çünkü ) -süte gelince; bugün sütün içindeki nazik enzim ve proteinleri değiştiren pastörizasyonun heryerde uygulanması yüzünden sindirilemez hal almıştır. Çiğ süt, sütün sindirilmesini sağlayan laktaz ve lipaz aktif enzimlerine sahiptir elbette ancak çiğ tüketilmek koşuluyla. Şişeyle beslenen bebeklerin karın ağrısı, pişik, solunum yolu rahatsızlıkları ve gaz gibi sorunları pastörize inek sütü yüzünden olur.((İnek sütü "buzağılar"içindir ve bebekler de sütten kesilene kadar anne sütüyle beslenmelidir. Doğa her iki tip sütü ve sindirim sistemini buna göre tasarlamıştır.- Yetişkin insana ise zaten tamamen fuzuli olduğunu hatırlatmama gerek yok sanırım.) Bununla birlikte sütteki kalsiyum konusuna gelince: 100 gramında 118 mg. kalsiyum bulunan inek sütünü diğer besinlerin 100 gramı ile karşılaştıralım:
    Badem(254 mg.), brokoli(130mg.), kıvırcık lahana(187mg.), susam tohumu(1,160mg.), kelp(1.093mg) Diğer yandan 100 gramında 118 mg kalsiyum bulunan inek sütü yine 100 gramında 97 mg. fosfor içerir. Fosfor sindirim yolunda kalsiyumla birleşir ve kalsiyum emilimini engeller.Yine 100 gr. inek sütünde 50 mg. sodyum bulunur yani süt ürünleri modern dünyanın en aşırı Na kaynaklarından biridir. Ayrıca "Et,süt, şeker, rafine nişasta, alkolün tümü kanda sürekli asidik bir ortam yaratır ve asidik kanın kemiklerden kalsiyumu çözdüğü bilinir") - Ve inek sütünde kazein de bulunur tabii. İnsan sütü ile bir insan için bir zehir olan inek sütünün en büyük farkı : inek sütünün çok yüksek düzeyde kazein içermesidir. Bu madde ineklerin toynak ve boynuzlarının büyümesini sağlar. Sanrım siz boynuz ve toynaklara sahip değilsiniz. Öyle ise neden insan vucudu için sindirilemez bir zehir olan kazeini tüketiyorsunuz ?


    Homo Erectus elbette et yemiştir, ama mağara adamının tarım gibi bir seçeneği olmadığını da hesaba katmalıyız değil mi?. Günümüz şartlarında yaşasaydı belki de diretmezdi et konusunda kimbilir?- etik, bilimsel ve felsefi değerlere sahip günümüz insanı ile vahşi doğada başının çaresine bakmaya çalışmış Homo ErectusU birbirinden ayırmak gerekir...Onların bugünkü gibi etik değerleri yoktu.... insan 21.yy'da doğada yaptığı eylemi yargılayabilecek tek canlıdır... yaptığı eylemi yargılayabilen insan ile muhtemelen günümüz insanına oranla içgüdüsel yaşayan ve davranan taş devri insanını, mağara adamını referans alamayız.Eğer ille de referans alacaksak, sadece onların "et" yiyor olmalarını değil o dönem içerisindeki tüm eylemlerini uygulamaya, yaşam standartlarına kendimizi adapte çalışmamız gerekirdi. O zamaki konjonktür farklıydı hayvanları avlamak ve yemek zorundaydılar ve öyle de yaptılar. Homo Erectus "et" yedi diye 7 milyar nüfuslu Homo Sapiens'in her yıl 58 milyar kara hayvanını mezbahalarda katletmesi gerekmiyor. üstelik her yıl 6 milyon çocuk açlıktan ölürken. 1 kilo et üretmek için 7-16 kg. tahıl ve 15.500 litre su tüketiliyor bu israf değil de nedir?

    YanıtlaSil
  10. Tavukçulukta da, kırmızı et ürünlerinde de hormon kullanılması yasak. Yazdığınız bilgiler çizdiğiniz olumsuz tablo gerçekleri içermiyor. Fikirleriniz yanlış diyemem onlar size göre doğru olabilir ama gerçekleri farklılaştırmak da yersiz olur. Ette, sütte ve yumurtada hormon kullanımı yasak, kaçak olarak bu işlemi yapanlar olsa da müşterimiz olan bir çok büyük çiftliklerde bu tür hormon preparatları kesinlikle kullanılmıyor. Bildiğimiz markaları tükettiğimiz sürece et ve yumurtada hormondan korkmamıza gerek yok çocuklara rahatlıkla yedirebiliriz. Aynı hormon sorunu bitkisel ürünlerde daha fazla tam tersine. Hayvansal gıdalardan çok domates, çilek ve patlıcanda yapılan tetkiklerde ülkemizde hormon tehlikesi çıktı bu yıl. Yani hormon daha çok bitkisel ürünlerin sorunu çünkü marka ve üretici belli değil güvenebileceğiniz testleri yapan bir kurum da yok hayvansal gıdaların aksine.

    Pastörizasyon sütün yapısını bozmaz, sindirilebilirliğini ETKİLEMEZ, üzgünüm ama yanlış bilgiler veriyorsunuz. İnsanlar en doğrusunu bilsin, sonra ne yiyeceklerine özgürce karar versinler. Pastörizasyonla sütte oluşan değişiklik minimumdur, UHT ve kaynatmada olduğu gibi proteinler zarar görmez, hatta bir çok vitamin bile korunmuştur.

    Yetişkinler de süt tüketebilir elbet, zararlı hiç bir tarafı yoktur tersine faydalıdır. Süt intoleransı olan insanlar var ama bildiğiniz gibi gluteni sindiremeyen insanlar da çok. Bu da bir şey kanıtlamıyor. Laktaz daha doğrusu sütü sindirmemize yarayan betagalaktosidaz enzimi yetişkinler de dahil olmak üzere insanların çoğunun (yani laktoz intoleransı yaşayanlar dışındakilerin) sindirim sisteminde kendilerine yetecek miktarda üretilir. Çiğ süt, laktaz yani betagalaktosidaz İÇERMEZ. Laktaz bazı sütten yapılmış ürünlerde bulunabilir, bunun sebebi ürüne özellikle eklenen bakterilerin laktik asit üretmesidir. Ek bilgi olarak şunu da ekleyeyim, pastörizasyon laktozu da etkilemez. Pastörize süt çiğ sütten daha az veya çok sindirilebilir de değildir.

    Evet dünyada açlıktan ölen insanlar ve çocuklar var. Hatta ülkemizde et yemek için bir yıl bekleyen çocuklar, zorunlu vejeteryanlar var. İhtiyaç duydukları proteinleri alamadıkları için kansızlık ve gelişme geriliği olan çocuklara ülkemizde çok sık rastlanıyor. Çok uzağa gitmemize gerek yok belki aynı semtte bulabilirsiniz. Dilerim her çocuk sağlıklı büyüme ve gelişmesi için ihtiyaç duyduğu gıda maddelerine ulaşabilsin...

    Bütün bu olumsuzlukların düzelmesi için kendi adıma hayvancılığın gelişimesi ve sağlıklı izlenebilir gıda üretimi konularında çaba gösteriyorum ve katma değer oluşturduğumu düşünüyorum. Ürettiğimiz sistemlerin hepsi de hayvan refahını ön planda tutmak adına tasarlanıyor.

    Hayvansal gıda tüketilmesine ne kadar nefretle yaklaştığınızı görebiliyorum ama hedef olarak neden beni seçtiğinizi inanın anlayamıyorum. Devlet kurumlarına gidin, bozuk gördüğünüz düzeni düzeltmek için ne yapabilirsiniz onları gözden geçirin. Yasaklatmak için uğraşın. Hayvansal ürün tüketimini yasaklatamıyorsanız da bu işi en doğru nasıl yaparız diyenlere değil de bu işi çok yanlış hatta yasa dışı yapanlara yazın, ihbar edin, ya da hatalarını düzeltmeleri için yol gösterin...

    YanıtlaSil
  11. Uzatmayayım diyorum ama dayanamıyorum...
    "1 kilo et üretmek için 7-16 kg. tahıl ve 15.500 litre su tüketiliyor bu israf değil de nedir?" yazdığınız bu cümle doğru bilgiler içerseydi şu anda Türkiye'deki bütün yetiştiriciler iflas etmişti. Bu kadar tahıl asla gerekmiyor :) Blogumu daha dikkatli okursanız doğru rakamlara ulaşırsınız.

    Süt tüketimini çocuklarda kalsiyum kaynağı olmasında ziyade yağda çözünen vitamin ve protein kaynağı olarak düşünülür.Kalsiyum emilimi ve kalitesi bakımından daha çok yoğurt ve peynir önerilir. Yazdığınız bitkisel kaynaklar da gerekli olmakla birlikte bu gıdaların yerini asla tutamazlar.

    YanıtlaSil